28 Şubat 2010 Pazar

Veda


26 Şubat'ta Atatürk temalı yeni bir film vizyona girecek. Veda, Mustafa Kemal Atatürk'ü yaveri Salih Bozok'un gözünden anlatan bir film.



Veda’nın amacı, Atatürk’ü sadece Türkiye’ye anlatmak değil, aynı zamanda tüm dünyada Atatürk’ün tanınmasını sağlamak.
Zülfü Livaneli’nin senaryosunu yazıp ve yönettiği filmin görüntü yönetmenliğini Peter Stegueryaptı. Müzikler yine Zülfü Livaneli’ye ait.

Çekimlerine 27 Ekim’de başlanan filmin senaryo çalışması 3 yılsürdü ve çekimler 7 haftada tamamlandı.

İtalya’dan ekipleriyle gelen Aldo Signoretti ve Vittorio Sodano saç ve makyajı yaptı. Veda için Türkiye’ye 1200 kg makyaj malzemesi geldi. Bu proje için 150 adet gerçek saçtan peruk yapıldı. Makyaj ve saç ekibi için 2 mobil kuaför ve makyaj salonu ve 1 adet makyaj laboratuarı özel olarak tasarlandı ve üretildi.



Tamamı yerli sermaye ile hazırlanan projede, 13 kişilik İtalyan ve Alman teknik ekip görev aldı.

Türkiye’de ilk defa bir prodüksiyon için 12000 parça kostüm ve aksesuar Baran Uğurlu tarafından hazırlandı. Kostümler en ufak ayrıntısına kadar gerçeği yansıtabilsin diye dönemine uygun olarak eskitildi, renklendirildi, işlendi. Devamlı çalışan 29 araç, 98 kişilik ekip ve 2000 kişilik figurasyonla Türkiye’nin en kalabalık prodüksiyonu gerçekleştirildi

‘Veda’ çekimleri, Ayvalık, İzmir ve Antalya’da gerçekleşti. Savaş sahneleri doğal plato olan Seferihisar’da çekildi. Uşakizade Köşkü gibi gerçek mekanların yanısıra Atatürk’ün arabası ve vagonu da çekimlerde kullanıldı.


Ve Fragman...


27 Şubat 2010 Cumartesi

Basketbolda Yobazlık



Larry Brown...ABA'de parlak sayılabilecek bir oyunculuk kariyeri ve NBA'de başlayan sonra NCAA'e kayan ve tekrar NBA'e dönen -maalesef- devam etmekte olan bir koçluk kariyeri.
Amerikan muhafazakarlığını çok iyi yansıtan kişiliği,basketbol mantalitesini daha da ileri götürmüş bir basketbol yobazına dönüştürmüştür.Tabii ki NBA'de "efsane olmuş" bir kişi hakkında bunları söylememin sebepleri var.Yoksa Allen Iverson gibi bir insanın yere göğe sığdıramadığı bir adama seviyesizce atıp tutmak haddime mi düşmüş?
1960'larda ve 70'lerde modern basketbol henüz oluşmamıştı.Pota altından oynanan kombinasyonların temeli o zaman atılmaya başlasa da,defansın şimdiki kadar önemli olmaması gibi eksiklikler vardı.Yani basketbolun temelleri bugünkünden farklıydı.İyi pivotu olan takımlar kazanıyordu.Potaya doğru giden oyuncu kafadan iyi oyuncuydu zaten.Daha sonra,Güney Amerika ve Avrupa başta olmak üzere,bütün dünyada basketbol yayıldı ve gelişti,günden güne basketbol kalitesi yükseldi.Amerika'da oynanan basketbolda bir eksiklik vardı ki dünya ve olimpiyat şampiyonalarındaki başarısızlıklar değişikliği kaçınılmaz hale getirdi.Bu eksikliği Avrupa basketbolu tamamlar bir niteliğe bürününce Avrupa'da oynayan oyunculara NBA'in kapısı açıldı.Hatta NBA'den Avrupa'ya giden Amerikan oyuncuların NBA'e dönüş oranı da arttı.Bu,Avrupa basketbol kültürünü almış oyunculardan birçoğu lige önemli etki ettiler.Bu oyuncuların seçiminde nokta atışı yapan takımlar gayet güzel basketbol oynadılar ve halen oynuyorlar.Amerikanlar kendilerini çok sert zannederler ama orada oynayan yabancı oyuncular sert olmaktan,potaya gitmekten ve alley-ooplara kalkmaktan fazlasını yapıyorlar.Gayet de sertler ayrıca.
Bu değişime kaliteli hocalar ayak uydurdu.Takımların hem kimyasına uygun hem de eksikliğini giderecek oyuncular buldular.Nowitzki olmasaydı,Mavericks NBA finali görebilirmiydi dersiniz?San Antonio'nun başında Popovich gibi vizyonu geniş birisi olmasa o dört şampiyonluğu kazanabilirmiydi?Amerikan doğumlu olmasına rağmen babasının Sırp olması basketbol konusunda Amerikancı olmamasının açıklaması olabilir belki de.Ama bir zamanlar hocası olan ve sadıçlığını yaptığı Larry Brown aynı geniş vizyona sahip değil maalesef.Tabii ki kariyerinde başarıları var.Ama onun inandığı basketbol gerçekleri artık değişti.



Larry Brown kariyeri boyunca çok az yabancı oyuncuyla çalıştı,çalıştıklarıyla da anlaşamadı.Tek şampiyonluğunu kazandığı Detroit'te genel menejer Joe Dumars'ın şampiyonluktaki katkısı bana göre Larry Brown'dan fazlaydı.Kadroda sadece iki Avrupalı vardı:Darko Milicic ve Mehmet Okur. Joe Dumars'ın draftta ikinci sırada seçtiği Darko'yu,garantilenen maçların son 1-2 dakikasını (garbage time) çıkarırsak,hiç oynatmadı.Mehmet'le olan ilişkisi gayet trajikomik.Mehmet draftta ikinci turdan seçilmiş bir sophomore için fena süreler almıyordu aslında.Fakat sorun bu değildi.Mehmet'i bir şamar oğlanına dönüştürmek üzereydiler.Örneğin Mehmet dizini kırıp üçlüğünü gönderiyordu potaya,ya da rakibin forveti veya pivotu onu savunmak için dışarı çıktığında Rip Hamilton,Tayshuan Prince boşluğu değerlendiriyorlardı.Larry Brown buna kızıyordu! Evet.Mehmet üçlük atınca bir hışımla onu kenara alıyor,bir güzel azarlıyordu Brown. "Bizim burada pivot üçlük atmaz koçum.Savunmacısını dışarı çıkarmak için öyle sağda solda gezmez de!! " gibisinden şeyler diyordu muhtemelen.Halbuki Mehmet gerektiğinde pota altında mücadelesini de veriyordu.Daha sonra New York'un başına geçti Brown.Artık para hırsı su yüzüne çıkmıştı.NBA tarihinin en kötü takım yönetimini gerçekleştirdi.Çünkü muazzam bir maddi kaynağı vardı.Elinde bu kadar maddi imkan bulunup da bu kadar kötü bir yönetimi hiçbir hoca sergilememiştir herhalde.Yine eski kafalı yönetim tarzında diretti.
Tam ondan kurtuldu basketbol camiası diye düşünüyorken Bobcats'in başında gördüm onu.Kariyeri boyunca Avrupalılar ile çalışmama huyuna devam ediyor.Zira Bobcats kadrosunda tek bir Avrupalı var şu an,o da Fransız Boris Diaw (Kadroda bir Fransız oyuncu daha var Alexis Ajinca adında ama koca sezonda 14 dakika oynamış bu arkadaş).Bu kadarı da tesadüf değildir takdir edersiniz.Brown'ın istediği türden oyuncuları var kadroda.Potaya giden,her maç smaçlarıyla göz kamaştıran,dış şutu da şöyle böyle olan Gerald Wallace var.Müthiş skorer bir oyuncu.Fakat kendisi üç sayı çizgisinin gerisinde bekleyen arkadaşına pas atarken bile altyapı ve kalite eksikliğini belli ediyor.Topu ayağına nişanlıyor arkadaşının.Yani atlet ve potaya giden bir oyuncuysa,biraz da şanslıysa,NBA'de bir kaç sezon iyi sayı ortalaması yapan ama kariyeri sona erdiğinde hiç hatırlamayacağımız bir sürü oyuncu var.
Bobcats play-offtan da şu anda 1 maç geride.Takımın bulunduğu yeri başarı sayanlar vardır mutlaka.Ama daha genç,vizyonu geniş bir hocayla,draftta doğru oyuncu seçimiyle daha kaliteli işler yapılabilirdi.Brown ne de olsa onları en fazla 1 ya da 2 sene sonra yarı yolda bırakacak (Tabii umarım ki kovulur,orası ayrı).Vizyonunu genişletip,kendini geliştirmek varken o hep aynı kalmayı yeğledi.Takımda görevini yapan,dişlileri çalıştıran kaliteli oyuncularla çalışmak varken,herhangi bir U-17 oyuncusunun atabileceği bir pası vermeyi beceremeyen 3. sınıf skorer yıldızlarla çalışıyor.Allen Iverson,bana kalırsa,hayır,Larry Brown kesinlikle dünyanın en iyi hocası değil.

Behlül ve Acılar - 4



Öğlen arası gelmişti. Beslenme saatiydi, herkes beslenme çantasını açtı, sınıf başkanı Behlül de bir zabıta memuru tarzında teftişe çıkmıştı, eller arkada, gözler masalardaydı. Kızlara takılmadan edemiyor; "Sütünden içirecen mi ?, Şokalyeni yiyim, ekmeğine diş attığım" gibi seviyesiz espriler yapıyordu. Sınıfın şaklabanı, en önde gelen hayvanı olmuştu. Namı 5.sınıflara kadar çıkmıştı.


26 Şubat 2010 Cuma

Olimpiyatlarda Kondom Çılgınlığı

2010 Vancouver Kış Olimpiyatları'ndaki başarısız performansların,kötü derecelerin nedeni yavaş yavaş ortaya çıkıyor.Ajanslara düşen bir haberde olimpiyat köyünde 7000 atletin yaklaşık 100.000 kondomu tükettiği ve acilen kondom istedikleri söyleniyor.Tırlarla yola çıkan yeni kondomlar bu 7000 yiğidin seks ihtiyacını ne kadar süre karşılar, tahmin etmek epeyce zor.



Lan siz sporcu adamlarsınız. Ülkeniz sizi oraya gidin anlı şanlı memleketinizi güzel bir şekilde temsil etmeye mi gönderiyor yoksa kondom tüketmeye mi ? Hazineden sporculara ayrılan o kadar para,maddi ve manevi değerin karşılığı bu mu ? Hiç bir halt yiyeme ama kişi başı 14 prezervatifi bitir. Yazıklar olsun mu diyim,yoksa 14 sayısına bakarak helal olsun mu diyim, şaşırdım kaldım.

Arkadaş, - eğer yapıyorsanız tabii ki- o kadar antremana,ter dökmeye,yarışmalara,egzersizlere falan nasıl gücünüz yetiyor sizin ? Olimpiyatlara, pistlerden,rampalardan kayıcam ben diye söz verip taa Kanadalara gidip başka bir kayma eylemi gerçekleştiren bu insanları kınıyoruz sülalece.

Behlül ve Acılar - 3



Bir dönem bitmişti. "On beş" tatil dedikleri on dört günlük tatil serüveni de geride kalmıştı. Arkasına dönüp baktığında sıranın sonunu görmekte zorlanıyordu. Kasiyer kız, reklamlarda ki "bonus" kasiyer değil, sıradaki vatandaşta televizyon reklamlarında oynayan... Ama olsundu, tren yapmışlardı kasanın önünde. Bir müddet sonra daraldı. Sıkıldı. Sıra kendisine gelince de parasını bir hışımla uzattı, fişini almadan çıktı gitti. Fişi almamanın, orada bırakmanın isyankar bir tavır olduğunu düşünüyordu...





23 Şubat 2010 Salı

Madenciden...


Balıkesirde yaşamını yitiren 17 madencimiz için fazla söze gerek yok...

İndin maden ocağına,kara elmas diyarına
Yeryüzü sıcak olsun diye dost
Yıllar boyu kazma salladın suskunca bu zindanda
Cocukların gülsün diye dost
Oysa bizim evde gülen yok


Yürü derler yürü derler açlığa yürü derler
Kara elmas tabut olmuş gerekirse ölüm derler
Günü gelir utanmadan ağlaşana gülün derler dost
Artık yalanlara sabrın yok


Bugün maden ocağına kara elmas diyarına
İnmedik selam olsun sana dost
Ölesiye ışık hasretiyle dolmuş bu yüzlere
Grev grev güneş doğmuş dost
Artık kaybedecek bir şey yok


Yer altında ezilenler yeryüzüne seslenirler
Madenler bizim derler gerekirse ölüm derler
Günü geldi grev derler günü geldi grev derler dost
Artık yalanlara sabrın yok.

Milli Dava:Eurovison

Eurovision Şarkı Yarışması'nın ülkemiz için ne kadar önem arzettiği malumunuz.1975 senesiyle başlayan heyecan,özellikle 80'li ve 90'lı yıllarda tavan yaptı.Öyle ki,son yıllarda devlet de amatör müzisyenlerle ve Türkçe şarkılarla yarışma ısrarından,başarı uğruna vazgeçti.Artık ülkemizin ünlü müzisyenleri boy göstermekte bu güzide yarışmada ki bu sene de ülkemizi MaNga grubu temsil edecek.

Ülkemiz insanlarına Eurovision'un bir yarışmadan daha fazla şey ifade ettiği kesin.Benim gibi, müzikal kalite olarak Eurovision'u kötü bulan kişiler dahi az çok haberdar oluyorlar ya da takip ediyorlar.Ben aslında Eurovision'un bir rezalet olduğunu düşünüyorum.Ama yine de ülkemizi Eurovision'da MaNga,daha önce Mor ve Ötesi ve yine Athena gibi grupların temsil etmesinden ötürü de bir mutluluk duyuyorum açıkçası,sonucun beni hiç ilgilendirmemesine rağmen.Benim bu psikolojim halkımızın 80'ler ve 90'lardan beri süregelen psikolojisine biraz paralel aslında.Eurovision bizim için sanki bir kendini ispat etme,sanki bir "biz de Avrupa'nın bir parçayısız" deme fırsatını yaratan bir platformdu.Kötü sonuçlar geldiğinde hayal kırıklığı yaşadık,siyasi oylara agresif reaksiyonlar gösterdik,bize yüksek oy veren ülkelere sempati duyduk.Çocukluğunda bu ezikliği yaşamış olan günümüz müzisyenleri de bir gün ülkemizi orada temsil etme hayalini kurdular.Kendi popüler çizgilerine ters gelen bir strateji olsa da (çünkü siyasi oylar sebebiyle maça 1-0 yenik başladığımız için başarıslık da yüksek bir ihtimal oluyor),oranın büyüsü çekiyor bu müzisyenleri.
Başarısızlık halkımızı üzüyor tabii,neyin göstergesiyse Eurovision'da başarılı olmak...Ukrayna'nın 2007 Eurovision'daki adını hatırlamadığım şarkısını bakın mesela,hani şu travesti şarkıcının söylediği,Almanca birer birer ritmik saymalar şeklinde giden şarkı.O şarkı ikinci oldu.Burada sizleri bilgilendirmek için adını yazmayı isterdim ama google'da arama yapacak vakte değmeyeceğini düşündüm bu şarkının.O derece kötü yani.Daha da başka örnekler var ama bu örneği özellikle verdim çünkü Alanya'da tanıştığım Rus gençler (insan gibi insan olanlar,yanlış anlaşılmasın) bu şarkının gerçekten kaliteli bir şarkı olduğunu savunmuşlardı! Eurovision'da böyle bir şarkı ikinci oluyorsa,ciddi ciddi bu şarkının birinciliği hakkettiğini düşünenler de varken Eurovision'dan çıkan bir sonuca üzülmek ya da bununla ilgilenmek,üzerinde düşünmek vs. saçma geliyor bana.İstisnalar da olmuyor değil,arada kaliteli parçalar da çıkıyor ama istisnalar kaideyi bozmaz(ya da ben Eurovision'a karşı önyargılıyım,kafayı takmış durumdayım).



Kimi ülkelerde halk oylaması yapılıyor.Çıkan sonuçlardan Avrupalılar Eurovision'u gerçekten eğlence için izlediklerini anlayabiliriz. Yani buradaki gibi ciddiye alma durumu yok.Oylama sonuçlarını da o anlayışla takip ediyorlar.Bazen oylamaları abuk sabuk kişilerin önde götürdüğü oluyor.İnsanlar sırf gülmek ve ti'ye almak için bunlara oy verebiliyor orada.Örnek verecek olursam;İspanya'nın 2008'de Rodolfo Chicilicuatre'yi göndermesi...Şöyle söyleyim,Rodolfo Chicilicuatre gerçek bir kişi bile değil.Katalan komedyen David Fernández Ortiz'in yıllardır yaptığı bir tiplemesi ve insanlar bu tiplemeye oy verip Eurovision'a gönderebiliyorlar.Ne var bunda diyebilirsiniz ama Türkiye'de Beyaz'ın Hüsmen Ağası'nın ya da Şahan Gökbakar'ın Recep İvedik'inin Türkiye'yi Eurovision'da temsil ettiğini hayal edin.Ortalık ayağa kalkardı.Bunların adaylığı kabul edilmezdi zaten Türkiye'de olsa,orası ayrı.




Bu sene Eurovision'u izleyeceğiz muhtemelen yine.Benim MaNga'dan beklentim sadece çizgilerine yakışan bir şarkıyla performanslarını sergilemeleri ve kendi duruşlarından farklı şeyler yapmamaları.Mor ve Ötesi,oraya gittiklerinde şebeklik yapmadılar diye eleştirilmişlerdi (Popüler kültür böyle lanet bi şey).Bense mutlu olmuştum.Tabii dileğim,Eurovision ilerde o kadar ayağa düşsün ki Türkiye'de bile! insanlar Eurovision'u ti'ye alsınlar,böyle kaliteli müzisyenlerimizi oraya göndermeyelim,yazık etmeyelim.Yani Eurovision'a hakkettiğini verelim.